18 Haziran 2025 - Çarşamba

ZOR ZAMANLAR

Bu yaşanılanlar, Ne bizlerin kaderi ne de koşulların gereği. Düne kadar kendine yeten güzelim ülkemizde, Cumhuriyetten kopan siyasetin bedeli.

Yazar - Esin Mumcuoğlu
Okuma Süresi: 6 dk.
2593 okunma
Esin Mumcuoğlu

Esin Mumcuoğlu

[email protected] -
Google News

Zor zamanlar, Nobel Ödüllü yazar Mario Vargas Llosa’nın Soğuk Savaş yıllarında bütün dünyayı kasıp kavuran uluslararası komplolar ve çıkar çatışmalarından nasibine düşeni fazlasıyla alan küçük Orta Amerika ülkesi Guatemala’nın tarihindeki en acılı dönemin anlatan romanıdır...

Romandaki o günleri aratmayan zor zamanlar yaşıyoruz bizler de bu günlerde...

Etrafımız ateş cemberi...

Ülke her açıdan yangın yeri..

Benzin, mazot artık zengin işi,
Aydınlanma, ısınma varlık göstergesi.
Halka düşen tabanına kuvvet yürümek...

Kiralar asgari ücreti geçtiği gibi, Montecarlo, Manhatthan gibi yerlerle yarışıyor.

Dışarıda bir yemek yemek Londra'dan Paris'ten daha pahalı...

Millet yaz meyvesi yemeden yaz bitecek...

Sata sata tükettiğimiz fabrikalardan geriye kalanlar ya yurt dışına taşınıyor yada iflas ediyor...

Bacasız sanayi dedigimiz turizm de aşırı fiyatlar yüzünden can çekişiyor. 

Bu gidişle elimizde bir tek bacası kalacak...

Ne oldu da nasıl düştük bu hallere?

Güvenmedik kendimize, özümüze...

Atatürk'ün başlattığı devrimleri yürütüp parmakla gösterilecek bir ülke olmak yerine, 

Ülkemizi elimizden almak isteyenlere,

Baş vurduk bize yardım edin diye.

Geldi heyetler Thornburg, Hilts, Barker…
Gezdiler ülkemizi yazdılar raporlarını...

Makine sanayi imalatının gereksiz olduğunu, fabrikaların kapatılmasını gerektiği, gübreyi bile dışarıdan ithal etmemizi şiddetle önerdiler.

Tek dertleri yabancı sermayenin ülkeye girişini kolaylaştıracak yasal düzenlemelerin yapılmasıydı.

Bu raporların amacı Türkiye'yi üretici devlet olmak yerine ithalata yönlendirip, sanayileşmeden vazgeçırerek Abd ekonomisine bağlı hale getirmekti...

Üstünden geçti yıllar,

24 Ocak kararlarında da karşımıza çıktı yine aynı kararlar.

Ve yine dediler ki,
Üretmek pahalı, ithalata bakmalı,
Bütün fabrikalar satılmalı.
Gerekçe ise çarpıcı,
Devlet, don gömlek yapmamalı.

Yabancı malları tüketerek geldik bugünlere.

Yediğimizden giydiğimize, kullandığımıza kadar, her tarafımız yabancı markalarla doldu.

Kendi üreticimiz yerine,
Destek verdik ithalatla başka ülkelerin üreticilerine.
Şimdi de soruyoruz, bu ekonomik kriz niye? 

Gittikçe yabancılaşan ülkemizde,
Elimizde bir tek kendi yaşamımız kaldı.

Doğduğumuz topraklarda sadece bedenen ve ruhen sağlıklı kalabilmenin çabasıyla yaşıyoruz artık...


Bir markette kucağında çocuğu ile bir kadın anlatıyor,
Un alıp ekmek yaparak doyuruyordum çocuklarımın karnını,
Artık un da alamam, çok yükselmiş fiyatı,
Çocuğunun çıplak ayağını gösteriyor,
Çorap alamamanın üzüntüsüyle,
Okula gönderemedim abisini diyor,
Yokluğun kızgınlığı ve hüznüyle.
Ve soruyor çaresizlik içinde,
Hayat mı denir buna,
Hangi anne yaşamak ister bunları?

Bu yaşanılanlar,
Ne bizlerin kaderi ne de koşulların gereği.

Düne kadar kendine yeten güzelim ülkemizde, Cumhuriyetten kopan siyasetin bedeli.

Tarihimizden, kültürümüzden, kendi gerçeklerimizden uzaklasarak, tarlada, fabrikada, üniversitede üretimden, bağımsızlıktan, çağdaş uygarlık hedefinden saptırılarak geldik bugünlere günlere...

Tüm bunlara rağmen çalmakta olan alarm zillerini halen duymamakta direnenler olduğu görmek korkunç...

Dün sahilde bu konular konuşulurken laf arasında sürekli evde çalışan kızlarım, kadınlarım diye konuşan bir kadın " her duyduğunuza da da inanmayın " dedi.. 

Okumayı, düşünmeyi, gercekleri görmeyi ve sebep sonuç ilişkisi kurmayı bile evde iş yapan kadına pasladığı icin beyin ölümü gerçekleşmiş böyle ne çok insan var...

Oysa söz konusu olan ülkemizin, hepimizin çağdaş geleceği.

20.yy da paylaşım savaşları ile yakıldı yıkıldı insanlık.

İdeolojilerle dengelenen dünyada bugün yine paylaşım savaşlarına sürükleniyor insanlık...

Bu sefer dengeyi sağlayacak ideolojilerin yokluğunda, diktatörlerin dengesizliği yaşanıyor dünyada.

Dizi film izler gibi savaş izliyoruz ekranlarda.. 

Savaştan, ölümden kaçan kadınlar, çocuklar, insanlar..

Kapitalizmin gerçeği bu..

Ne barış ne de demokrasi.
Yaratmaz, yaratmadı, yaratmayacak

Her sömürünün sonunda yaşattığı yaşatacak olduğu savaşlar, çatışmalar...
Bugün yaşanmakta olduğu gibi…

Yıllardır bu sömürü düzeninin içinde sürükleniyoruz... 

Kapitalizmin bu oyununda isbirlikçi olan siyasetçiler yüzünden sonuçta ülkemizde de ne üretim, ne refah, ne aş, ne iş, ne de huzur kalmadı...

Boyle bir ortamda bile, bu kadar yoklukta, bu kadar zor zamanlarda iktidarın yöntemi halen ayrımcılık, şiddet ve güç gösterisi.

Hak, hukuk, adalet, barış, demokrasi mi?
Boşuna aramayın,  kapitalizmin kitabında yok onların yeri...

Bu çıkmaz yol yakışmıyor “Yurtta Barış Dünyada Barış” olan Türkiye’ye.

Kalkınan gelişmiş güçlü bir ülke olmanın gereği, öncelikle yurtta barışı sağlamaktır,  

Bizleri birbirine düşmanlaştıran, iftira, yalan dolanla insanlari temel haklarindan mahrum eden, inançlar ve kimlikler üzerinden kutuplaştırarak yapılan siyaset tam da emperyalistlerin istediği parçala böl yönet politikalarının isteği...

Oysa politikanin temeli üretim ve hakça paylaşım, siyasetin ve siyasetcinin hedefi varlığın bolluğunu yaratmak olmalı...

Doğudan batıya, kuzeyden güneye,

Ayrım gözetmeksizin, insan ve yurttaş ortak kimliğimiz ile hepimizin aklımızı başımıza almamız gereken köprüden önceki son çıkıştayız...

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.